Melaye Cizîrî’nin asıl adı Ahmed olup yazdığı tasavvufi şiirler ile ünlenmiştir. Doğum tarihi hakkında birçok rivayet vardır. Kendisi şiirinde belirttiğine göre hicri 974’te (1566) Cizre’de dünyaya gelmiştir.“Mela” lakabını (Türkçede Molla) ise yaşadığı coğrafyada hâkim olan kültürden almıştır.
Şark dünyasının birçok şair ve yazarı gibi Cizîrî’nin de hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Şair Cizre’de doğduğu için araştırmacılar şairin o bölgede yerleşik olan Botan Aşiretinden olduğunu belirtirler. Zamanında bütün Kürt halkı arasında bilinen dindar bir ailede büyümüş olan Cizîrî ilk eğitimini babasının yanında alır. Daha sonra medreselerde geleneksel tertip üzere okutulan kitapları bitirip icazet almak üzere Diyarbakır, Hakkâri, İmadiye ve Hasankeyf gibi ilim merkezlerinde tahsiline devam eder. İlmi icazetini ise Diyarbakır’a bağlı Sterebas köyünde Molla Taha adındaki büyük âlimden alır.
Cizîrî’nin şiirlerinde onun ilim tahsili için Şam ve Irak’a da gittiği de anlaşılıyor. Melayê Cizîrî ilim tahsilini tamamladıktan sonra Cizre’nin sınırları içerisinde bulanan Medreseya Sor (Kızıl Medrese)’da dersler vermiş, öğrenciler yetiştirmiş ve 1650 yılında orada vefat etmiştir.
Melayê Cizîrî bir bakıma bu toprakların Şeyh Galib’i, Seyyid Nesimi’sidir. Bu bağlamda Ciziri’nin divanı hem Kürt edebiyatı hem de dünya edebiyatı için çok önemli bir eserdir. Kürtçenin bütün lehçeleri başta olmak üzere Arapça, Farsça ve Türkçeye de vakıf olan Mela, şiirlerinde Arapça, Farsça çok az Türkçe kelime kullanmıştır.
Melayê Cizîrî’nin yaşadığı yıllar OsmanlıDivan Edebiyatının da zirvede olduğu dönemdir. Yaşadığı dönem itibariyle şiirlerinde aruz vezniyle yazan Ciziri, Divan ve Fars Edebiyatında kullanılan mazmunları kullanmıştır.
Kürtçede tasavvuf edebiyatının bir şaheseri sayılan Divan’ı anlamak ve ondaki derin manayı teneffüs etmek için tabi ki de sadece Kürtçe dilini bilmek yeterli değildir. Çünkü coşkun bir aşka ve geniş bir ilme sahip olan Ciziri’nin şiirlerinde tarih, felsefe, tasavvuf, belagat, fizik ve metafizik konuları iç içe geçmiştir.
Molla Ceziri’nin aşk meşrebinde takip ettiği yol, Celal ve Havf yolundan ziyade Cemal ve Reca yoludur. Aşk yolunda akıl ayağıyla gidilemeyeceğini, hiç kimsenin marifet cevherine akıl ile ulaşamadığını; çünkü ilahi sırları anlamada aklın aciz kaldığını söyler Ciziri. Marifete ulaşmanın yolunun aşktan geçtiğini, bu makama ulaşmak için de aşk yolunda helak olmayı göze alarak her türlü maddi ve nefsanî dürtülerden ve bağlantılardan kurtulmak gerektiğine işaret eder.
Aşk yolcusunun en önemli ve en zorlu mücadelesinin, ruhu, balçıktan kurtarma hadisesi olduğunu söyleyen şair, ruhun ten kafesinden hapsedilmiş olmasından yakınır.” Ve bunu beyitlerinde şöyle dile getirir;
Yazık bu çalâk ve arif ruha ki esir düşmüştür toprakla balçığa
Parlarsa yeniden eğer soyutlanıp kurtulur bu pak ve lâtif ruh
Olmasın toprakla balçık bağı, kalksın aradan hicap ve perde
Çünkü toprak, ay misali sokar bazen ruhu tutulma haline
Işık vermez mumun başı eğer içi temiz değilse pisliklerden
Aşk bardağından zevk almaz bir ruh, çekmezse elini maddeden
Bu yangını, bu sırrı aynı şekilde İbn Arabî, Hz. Mevlana’da, Şeyh Galip, Ahmed-i Hani ve Eşrefoğlu Rumi’de de buluruz.
Mela, Selma adında bir kıza aşık olduktan sonra şiir yazmaya başlamış. Selma Hasankeyf Miri Melik Kamil’in kızı. Onu gördükten sonra 30 yaşında şiir yaşamı başlıyor.
Meyhanenin gönül, sakinin insan-ı kâmil, pir-i harabatın mürşid-i kâmil, put’un sevgili, sema’ın vecd, zülfün gaybi hüviyet, la’lin dervişin gönlü, firakın vahdetten uzaklaşma, çevganın Allah’ın takdiri, yanaktaki benin hakiki vahdeti ifade ettiğini ve daha bunlar gibi bir çok terim, bildiğimiz sözlük anlamları dışında kullanıldığını bilmekle bilmemek arasındaki farkı fark etmenin ne denli önemli olduğu aşikardır. Ciziri’nin hemen her gazelinde, kasidesinde ve rubaisinde meyden, badeden, şaraptan söz etmesi tuhaf karşılanmamalıdır.”
Bunu Hz. Mevlana, “ Üzüm sarhoşluğu değil bizim sarhoşluğumuz, bizim sarhoşluğumuzun sonu yok” diye dile getirmekte, büyük Arap bilge-şair İbn Farıd ise “Biz sarhoş iken henüz üzüm yaratılmamıştı” biçiminde ifade etmektedir. Molla Cizîrî ise bir beytinde;
Taze bir kadeh sundu bize aşktan o Hakîm ezelde
Durmadan içmekteyiz ondan, doludur hala bardağımız lebalep.
Aşk, Ciziriye göre evren henüz yaratılmadan önce vardı. Bütün kâinatın zembereğinin aşk olduğunu söylemek ister. Her şey aşk ile dönüp durmaktadır.
Bunların yanında Melayê Cizîrî mecazi aşklardan şikayet ederken aslında fanilikten şikayet eder. Geçici güzelliklere gönlünü bağlamak istemez. O, acıdan, yalnızlıktan, çaresizlikten ayrılıktan feryat ederken kötümser değildir. Sevgilinin ona yaptığı her türlü cefaya katlanır ve bundan haz alır. Mela ebedi olana âşıktır, ve onu aramaktadır.
..